Kalabalıktı... Herkes ibadet ediyordu. Kimisi namaz kılıyor, kimisi Kur’an okuyor, kimisi Allah’a dua ediyordu. Her kişi ahireti için yatırım yaparken er veya hatun kişi yola çıkmıştı bile. O kişi için bitmişti bütün bunlar...
Şimdi yaptıklarının karşılığını görmeye gidiyordu.
Dostuna doğru hızla ilerliyordu mütevazi tabutunda.
O’ndan gelmiş ve O’na dönüyordu hepimizin döneceği gibi.
Arkasında ağlayarak takip eden kimsesi yoktu.
Görüntüde yalnızdı ama aslında öyle değildi.
En başta Rabbi ona sahip çıkmış ve bu son yolculuğunu O’nun evine doğru yapmayı nasip etmişti. Evet son yolculuğu Beytullah’a doğruydu. Bu yolculuğunda büyük bir cemaat de vardı yanında. Üzerine yatırıldığı tahtanın dört ucundan birini tutmak için din kardeşleri birbirlerini itekliyorlardı, biraz da ben taşıyayım diyerek herkes tahtanın ucundan tutmaya çalışıyordu. Biraz da ben bu sünnetin sevabına ereyim, ben de bu mü’min kardeşimin son hizmetinde bulunayım, bu ibadetten ben de nasibimi alayım diyeydi bu itişme.
Tabutun ucundan tutamayanlar da uzaktan gözleriyle takip ederek, dualarıyla uğurluyorlardı onu penceresiz evine. Uzaklardaki gözlerin kimisi ıslak ıslak bakarken, kimisi korkuyla bakıyordu. Kimisi imrenirken, kimisi eyvah diyordu. Kimi gözler ağlıyor, kimi gözler de gülümsüyordu. Hayal ediyordu çünkü, kulun Rabbine kavuştuğu anı, hakiki sahibine, Yaradanına sana döndüm dediği o anı, vuslatını hayal ediyordu hayalindeki gibi. Hakikat birdi fakat herkes kendi aleminin penceresinden görüyordu.
Evet biliyor ve inanıyordu hepsi ama öyle bir andı ki herkesin yüzünde tokat etkisi yapmış ve bir anlıkta olsa gafletten uyandırmıştı. Her vakit namazın akabinde kılınıyordu cenaze namazı fakat kılınan cenaze namazının sahibiyle karşılaşmak başka bir türlü etkilemişti insanları. Hem de böylesine yakından görmek.
Zahirde bir kaç metrelik bir mesafe vardı belki de ama aslında mesafenin tarifi zordu. Alemler kadar uzaktaydı artık. Başka bir alemin yolundaydı. Biz dünyadaydık, o da yanımızdan geçiyordu işte görünüşte. Tabi nerede olduğunu, neler gördüğünü veya göremediğini bizler bir kaç metre ötesinden hayal bile edemezdik.
Bu çok ibretlik bir tabloydu ama dedim ya, sadece bir an. İnsanoğlu öyle bir mahluk ki, dünyaya, zamana, günaha alışması da bir an kadar kısa sürüyor maalesef. Keşke o tokatı yediğimiz andaki aklımız hep olsa diyoruz çoğu kez ama esasında o akıl biz de hep var zaten.
Ne acı ki; kahrolası şeytana, nefsimize aldanıyoruz.Bir an sonra nefes alacağımızın garantisi varmış gibi, o tahtaya o kişiden sonra bizi yatırmayacaklarının garantisi varmış gibi, neyimize bu kadar güvenmişsek, emin adımlarla dünyaya dönüyoruz alelacele. İki dakika önce tüylerimiz diken diken olmuşken, Allah’ın verdiği akıl ile bir çok hakikati idrak etmişken, cismimiz dünyada ama aklımız fikrimiz ahirete odaklanmışken, işte o anda bu yolda sebat göstereceğimize dair bir sürü karar almış ve kendimize söz vermişken, ne fecidir ki; tabutla beraber az evvel bütün çıplaklığıyla görünen ölüm hakikati de gözden kaybolduğu anda, başımızı başka tarafa çevirdiğmiz anda, dünyaya döndüğümüz anda, o anda bitiyor.
Oysa hepimiz o yolun yolcusuyuz. Oysa hepimiz o hakikati tadacağız.
Ayşenur KAHVECİ